KYOTO PROTOKOLÜ
(16 Şubat 2005)
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolü 16 Şubat 2005’te yürürlüğe girmiştir. Kyoto Protokolü iklim değişikliği ile mücadelede “devletlere sorumluluklar yükleyen” ilk uluslararası belge olması nedeniyle büyük öneme sahiptir. Kyoto Protokolü’nü iklim değişikliği ile mücadele sürecinin bir parçası olarak ele almak gerekir.
İklim değişikliği günümüzün en önemli çevre sorunlarından birisidir ve küresel yanıt gerektiren küresel bir sorundur. Atmosferdeki karbondioksit (CO2) konsantrasyonu geçtiğimiz 170 yıl boyunca insan faaliyetleri sonucunda %47 artmıştır. CO2 konsantrasyonu 1850’de (endüstri öncesi dönem) 280 ppm iken şu an 415 ppm düzeyindedir1. Küresel sıcaklık artmaktadır. Dünya’nın ortalama yüzey sıcaklığı 2019’da 20. yüzyıl ortalamasının 0,95°C üzerinde ölçülmüş ve 2019 yılı 1880 yılından bu yana kaydedilen en sıcak 2. yıl olmuştur2. Kaydedilen en sıcak 19 yıl 2000’den bu yana, en sıcak 10 yılın dokuzu 2005 yılından bu yana yaşanmıştır2,3. Artrik Denizi buz kütlesi 1982 yılından bu yana her 10 yılda %13,1 azalmaktadır4. Hem Antarktika hem de Grönland’daki kara buz tabakaları 2002’den bu yana küçülmektedir5. Küresel ısınmaya bağlı olarak eriyen buz tabakalarından gelen ilave su ve ısınan deniz suyunun genişlemesi sonucunda 1993’ten bu yana deniz seviyesi her yıl 3,3 mm artış göstermektedir6.
Bu küresel sorunla mücadelede uluslararası alandaki ilk önemli adım olan Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) 1992 yılında kabul edilmiş ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir7. Sözleşme ile sera gazı salınımlarını azaltmaya yönelik “genel ilke ve stratejiler” ortaya konulmuş ancak bağlayıcı yükümlülükler tanımlanmamıştır.
Sera gazı emisyonlarının küresel ölçekte artmaya devam etmesi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin giderek daha fazla hissedilir hale gelmesi nedeniyle, bağlayıcı yükümlülükler ortaya konulmasına ihtiyaç duyulmuştur. Bu ihtiyaca cevap vermek üzere uzun süren çalışmalar ve müzakereler sonucunda oluşturulan “Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine Yönelik Kyoto Protokolü” 11 Aralık 1997’de Kyoto’da gerçekleştirilen BMİDÇS 3. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir8,9. Protokolün yürürlüğe girebilmesi için, en az 55 ülkenin Protokole Taraf olması ve onaylayan ülkelerin 1990 yılındaki emisyon toplamının, yeryüzündeki toplam emisyonun %55’ine ulaşması koşulu ancak 8 yılın sonunda Rusya’nın katılımıyla sağlanabilmiş ve Kyoto Protokolü 16 Şubat 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bugün itibariyle Birleşmiş Milletler üyesi 191 ülke ve Avrupa Birliği sözleşmeye taraftır. Kanada 2012 yılında Protokol’den çekilmiş, Amerika Birleşik Devletleri imzalamış ancak taraf olma sürecini tamamlamamıştır8-10.
Kyoto Protokolü’nde “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ilkesi” uyarınca sanayileşmiş ülkeler için sera gazı azaltım hedefleri belirlenmiştir. Kyoto Protokolü’nü BMİDÇS’nden ayıran en temel özellik bu hedef ve taahhütlerin “bağlayıcı” nitelikte olmasıdır (8). Kyoto Protokolü, içerdiği bağlayıcı hedefler ile BMİDÇS’ni işler hale getirmiş olması nedeniyle son derece önemli bir uluslararası hukuk belgesidir10. Kyoto Protokolü iklim politikalarının oluşturulması, uygulanması ve kurumsal mekanizmaların oluşturulmasına katkı sağlamıştır.
Kyoto Protokülü’nün 2008-2012 ve 2013-2020 yıllarını kapsayan iki yükümlülük dönemi bulunmaktadır. Birinci yükümlülük döneminde, tarafların sera gazı emisyonlarını, 1990 seviyesine kıyasla ortalama olarak %5 azaltmaları beklenirken, ikinci yükümlülük döneminde emisyon azaltım oranı en az %18 olarak belirlenmiştir11.
Kyoto Protokolünde uygulanması önerilen politikalar ve önlemler arasında; enerji verimliliğinin artırılması, sera gazı yutaklarının (orman, bitki örtüleri vb.) korunması ve yaygınlaştırılması, sürdürülebilir tarımın desteklenmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının desteklenmesi, sera gazı emisyonlarının azaltılması, metan salınımının azaltılması sayılabilir12,13.
Kyoto Protokolü’nün ikinci yükümlülük döneminin 2020 yılı itibariyle son bulacak olması nedeniyle BMİDÇS altında yürütülen müzakereler sonucunda, Kyoto Protokolü sonrasında geçerli olacak yeni bir iklim değişikliği anlaşması olan Paris Anlaşması 2015 yılında kabul edilmiştir. Paris Anlaşması, 4 Kasım 2016 tarihinde, küresel emisyonların en az %55’ini oluşturan 55 ülkenin onayı ile yürürlüğe girmiştir14. Günümüz itibariyle 189 ülke ve Avrupa Birliği Paris Anlaşmasına Taraftır. Paris Anlaşması’nda Kyoto Protokolü’nden farklı olarak küresel iklim değişikliğine karşı sadece gelişmiş ülkelerin yükümlülük altına girmesi yerine tüm ülkelere birlik olmaları çağrısı yapılmaktadır.
Türkiye’nin Durumu
Kyoto Protokolü 5 Şubat 2009’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmiş, karar 13 Mayıs 2009’da Resmi Gazete’de yayımlanmış, katılım aracının Birleşmiş Milletlere sunulmasıyla 26 Ağustos 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne Taraf olunmuştur. Türkiye, Protokol kabul edildiğinde BMİDÇS’ne Taraf olmadığı için azaltım yükümlülüklerinin tanımlandığı listede yer almamıştır. Dolayısıyla, Protokol’ün birinci ve ikinci yükümlülük döneminde Türkiye’nin herhangi bir salım sınırlama ya da azaltım yükümlülüğü olmamıştır15.
Türkiye bu süreçte, 2010 yılında Ulusal İklim Değişikliği Stratejisi’ni, 2011 yılında da Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı’nı hazırlamıştır16.
Türkiye Paris Anlaşmasını 26 Nisan 2016 tarihinde imzalamış ancak henüz Taraf olmamıştır17,18. Ancak Sözleşme Sekretaryasına 30 Eylül 2015 tarihinde Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanı’nı sunmuştur. Buna göre, sera gazı emisyonlarının 2030 yılında referans senaryoya göre artıştan %21 oranına kadar azaltılması öngörülmüştür19. Ancak TÜİK verilerine göre 1990 yılında 219,4 milyon ton CO2 eşdeğeri olan sera gazı emisyonunun, 2018 yılında 520,9 milyon ton’a ulaştığı görülmektedir20.
Aşırı sıcaklar, aşırı yağışlar, seller, kuraklık gibi iklim değişikliğine bağlı olayların görülme sıklığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de artmaktadır. Çok yakın geçmişte İzmir’de yaşanan sel ve hortum olayları ve NASA tarafından yapılan kuraklık açıklaması ülkemiz için iklim değişikliğinin etkilerini en somut haliyle bir kez gözler önüne sermiştir. NASA 2021 yılı başı itibariyle ülkemizin büyük bölümünde şiddetli kuraklık yaşandığını, İstanbul çevresindeki çok sayıda rezervuarda depolanan su miktarının 15 yılın en düşük seviyesinde olduğunu açıklamıştır21.
İkinci yükümlülük dönemi 2020’de sona eren Kyoto Protokolü dünyadaki emisyon azaltımı konusunda bağlayıcı hükümler içeren ilk küresel adım olması açısından önemli bir belgedir. Ancak gelişmiş devletlerin Protokol’e göre sera gazı salınım düzeylerini 1990 yılı seviyesinin altında tutma taahhütlerini yerine getirmedikleri görülmektedir. Gelinen noktada tüm devletlerin bu küresel soruna karşı tatmin edici önlemler alması gerekmektedir. Bundan sonra iklim değişikliği ile mücadele Paris Anlaşması çerçevesinde sürdürülecektir. Ülkemizin de Paris Anlaşmasına Taraf olma sürecini tamamlanması ve Ulusal İklim Değişikliği Eylem Planı’nın hızla hayata geçirmesi önem taşımaktadır.
Bu amaçla CO2 emisyonlarının azaltılması (fosil yakıt kullanımının ve teşvikinin engellenmesi, enerji verimliliği politikalarının yürürlüğe konulması, yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi için teşviklerinin arttırılması, kent içi ulaşım sistemlerinin toplu taşıma ve bisikletli ulaşımını geliştirecek biçimde düzenlenmesi vb), yanı sıra doğal ve yeşil alanların, ormanların korunması ve artırılması yönünde politikalar uygulamaya konulmalıdır. Ayrıca iklim değişikliğinin sağlık etkilerinin değerlendirilmesi, izlenmesi, önlenmesi ve sağlık sisteminin iklim değişikliğine uyumunun sağlanması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır12,13,22,23.
KAYNAKLAR:
“Bu metin HASUDER adına Çevre Sağlığı Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.”