Sekiz Mart, toplumsal cinsiyet eşitliği için verilen mücadelenin adıdır.
Amerika’da bir grup kadın işçi, 8 Mart 1857’de eşit işe eşit ücret, günde sekiz saat çalışma ve doğum izni talepleriyle başlattıkları mücadelede hakları uğruna can vermişlerdir. On beş bin kadın işçi 1908’ de daha iyi gelir, oy hakkı, doğum izni ve daha kısa çalışma saatleri için yürüdüler. “Ekmek istiyoruz, gül de” sloganıyla sadece karın doyurmak değil, yaşamlarını güzel yaşamak için sosyal haklar istediler. Günümüz dünyasında ise 8 Mart, kadın sorunlarının özünde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin olduğunun, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve kadına yönelik şiddete son verilmesi gerektiğinin dillendirildiği gün olmaya devam etmektedir.
Toplumsal cinsiyet ve toplumsal cinsiyet eşitliği nedir?
Bireylerin cinsiyetleri doğuştan erkek ve kadın olarak belirlenmektedir. Erkek ve kadın cinsiyetin biyolojik özellikleri farklı olmakla birlikte, günlük yaşamda kadın ve erkeğe biçilen rolleri bununla açıklamak mümkün değildir. İşte, kadınlık ve erkeklik olarak belirlenen bu rol ve sorumluluklara toplumsal cinsiyet denmektedir. Kadınların daha az eğitimli olması, çalışma yaşamına katılamamaları, toplumsal yaşamda yer alamamaları, bazı mesleklerde kadınların olamaması, insan haklarını eşitçe kullanamamaları gibi örnekler biyolojik cinsiyet ile açıklanamaz, ancak toplumsal cinsiyet ile açıklanabilir. Cinsiyetinden bağımsız olarak bireylerin varolan tüm haklardan ve olanaklardan eşit bir şekilde yararlanması da toplumsal cinsiyet eşitliği olarak tanımlanır.
Toplumsal cinsiyet ile ilgili ülkemizin durumuna bakacak olursak;
Ülkemiz, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını Cumhuriyetin kurulması ile bir politika olarak benimsemiş ve bunu kurumlarına da yansıtmıştır. Anayasası ile kadın erkek eşitliğinin sağlanmasını devletin sorumluluğuna vermiştir. 1985 yılında Birleşmiş Milletler’in “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”ni (CEDAW), 1990 yılında Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni ve 2014 yılında “İstanbul Sözleşmesi” olarak anılan “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”ni imzalayarak taraf olmuştur.Ulusal boyutta ise, Türk Medeni Kanunu(2002), Ceza Kanunu(2005), 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi”ne Dair Kanun” (2012) ile de pek çok eşitlikçi yeni düzenlemeyi hayata geçirmiştir. Yıllardır ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliğini yani cinsiyetinden bağımsız olarak tüm bireylerin var olan hak ve özgürlükleri eşitçe kullanabilmelerini sağlamaya yönelik her düzeyde pek çok çalışma yürütülmektedir. Ancak gerek uygulama gerekse yorum ve kararlar açısından toplumsal cinsiyet eşitliğinin istenilen boyutta olmadığı da bir gerçektir
2018 Küresel Cinsiyetler Arası Uçurum Endeksi’ne göre ülkemiz; 149 ülke içinde 130. sırada yer almaktadır. Yıllar içinde insan haklarının her iki cinsiyet tarafından eşit kullanımında kadınlar aleyhine uçurum derinleşmektedir. Son 10 yılda bu eşitisizliğin giderek arttığı ve dünya ülkeleri arsında daha geriye düştüğümüz görülmektedir.
TUİK’in 2017 yılı verilerine göre; okuryazar olmayan kadınlar erkeklerden 5 kat daha fazladır. Üç kadından ancak biri çalışma yaşamına katılabilmektedir.Bu endeksin alt gruplarına baktığımızda Türkiye çalışma yaşamına katılımda 131.karar verme sürecine katılımda 113. eğitim olanaklarına erişimde 106. sağlıkta ise 67. sırada yer almaktadır.
Ülke olarak durumumuz böyle iken, son günlerde toplumsal cinsiyet kavramı “anlaşılmaz bir şekilde” farklı bir şekilde gündeme getirilmiştir. Başta “karar vericiler” olmak üzere toplum ve “medya” dahil tüm sektörler, hepimiz Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramını doğru bir şekilde anlamalı ve bir insan hakkı olarak görmeliyiz. Bu kavramın içini boşaltmaya yönelik çabaları da insan haklarına yönelik müdahale – ihlal olarak algılamalıyız.
Biz Sağlıkçıların; kadın ve erkek her iki cinsiyetin de sağlığını son derece yakından ilgilendiren, ayırımcılık bağlamında, hakların kullanımında kadınları daha olumsuz etkileyen bu “yanlış anlamaya” sessiz kalması düşünülemez. Kaldı ki Anayasanın 90. Maddesi, TC. Devletinin imzaladığı ve TBMM’nin onayladığı Uluslararası yasalara uyulmasını emretmektedir. İlk imzalayan ülke olduğumuz uluslararası bir yasa olan İstanbul Sözleşmesi’nde açıkça tanımlanan “toplumsal cinsiyet” kavramının son günlerde neden tartışmaya açıldığı ise anlaşılamamaktadır.
Sonuç olarak; veriler ülkemizde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yapılacaklar açısından gündemin çok yoğun olduğunu göstermektedir. 2018 yılı ülkemizde kadınlara karşı ayrımcılık ve eşitsizliğin derinleştiği, gündelik yaşam ve uygulamalarla yerleştiği, kadın cinayetlerinin sıradanlaştığı, kadının kamusal ortam ve çalışma yaşamından dışlanarak aileye hapsedilmeye çalışıldığı, çocuk yaşta evliliklere yasal zeminin oluşturulmaya çalışıldığı ve son dönemlerde medya aracılığı ile “toplumsal cinsiyet eşitliği” anlayışına bile saldırıldığı bir yıl olarak geçmiştir.
Birleşmiş Milletler’in 2019 yılı için belirlediği tema, “Eşit düşün, zekice geliştir, değişim için yenilik yap” olmuştur. Bu tema ile amaçlanan, özellikle sosyal koruma sistemleri içinde, kamu hizmetlerine erişimde ve sürdürülebilir altyapıda cinsiyet eşitliğinin ilerletilmesi ve kadınların güçlenmesine odaklanmaktır. Kadınların kırsal ve kentsel alanda güçlenmesi için, sağlıklarının aynı gelir ve eğitim düzeyine sahip erkekler kadar olabilmesi adına, bu yıl yeniden bir aradayız.
Cinsiyetleri nedeniyle ayrımcılık yapılmayan, eşitlikçi bir yaşam adına umudumuzu koruyoruz.
Tüm dünyanın “Kadınlar Gününü” kutluyoruz.
*Bu açıklama HASUDER Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Sağlığı Çalışma Grubu tarafından hazırlanmıştır.